Skip to main content
Sayı 37-38 | Haziran 2019

#METOO Çağında Sesini Yükseltmek ve İnatçı Ataerki: Bir Asansör Vukuatından Feminizm Karşıtı Tepkiye Dair Ne Öğrenebiliriz?[1]

Simona Sharoni[2]

Çeviri: Öykü Tümer

Makale, akademisyen Simona Sharoni’nin başından geçen bir olay ve bu olayın medyada yer alması sonrası gelişen farklı tepkileri günümüzde cinsiyetçilik karşıtı yürütülen mücadele ve bu mücadeleye karşı sistemli bir şekilde oluşan feminizm karşıtı tepki bağlamında ele alıyor. Akademinin kendi etik kurullarının işleyişi, medyanın tarafsızlık adı altında toplumun farklı kesimlerini belirli bir ideoloji ekseninde yönlendirmesi, sosyal medyanın hem farklı seslerin yükselebileceği hem de nefret kampanyalarının kolaylıkla örgütlenebileceği bir yer olması makalenin feminist mücadele ve bu mücadeleye karşı oluşan ataerkil tepkileri analiz ederken incelediği meselelerin başında geliyor. Son olarak şiddeti giderek artan feminizm karşıtı ve kadın düşmanlığını besleyen tepkilere rağmen feministlerin yılgınlığa düşmeden yenilikçi stratejilerle cinsiyetçilikle mücadeleye devam etmelerinin ve kadın dayanışmasının önemini vurguluyor.

İki kadın büyük bir akademik konferansa giderken kalabalık bir asansöre binerler…

Bu bir fıkranın ilk cümlesi değil. Bilakis, akademideki gündelik cinsiyetçiliğe ve #MeToo[3] ve #TimesUp[4] hareketlerinden önce başlamış, onlarca yıllık geçmişi olan, sosyal adalet talep eden feminist aktivizme karşı gittikçe daha güçlü bir biçimde verilen tepkiye ışık tutan çileli bir sürecin başlangıcıdır.

Asansör Vukuatı

2018 yılının Nisan ayının başlarında International Studies Association[5] (ISA) yıllık konferansına katılmak üzere San Francisco’daki Hilton Oteli’nin kalabalık asansörüne bindiğimde, kendimi uluslararası bir olayın merkezinde bulacağımı bilmiyordum. Asansör oldukça kalabalıktı. Çoğunlukla orta yaşlı erkekler vardı, ben de asansördeki iki kadından birisiydim. Herkes konferans katılımcısıydı. Ben asansördeki düğmelerin olduğu yerde duruyordum. Bu sebeple, asansöre binip de düğmelere uzanamayan diğer yolcular için düğmelere basıyordum. İnsanlar gitmek istedikleri kat isimlerini söylerken, bir kişi “bayan iç çamaşırı katı” diye seslendi. Asansördeki birkaç adam güldü. Yanımda duran ve bu olaydan önce hiç karşılaşmamış olduğum kadınla bakıştık. Bu yorumu yapan adamın yaka kartındaki ismi belleğime kaydettim: Dr. Richard Ned Lebow. Lebow asansörden indikten sonra, yanımda duran ve kendisi de konferans katılımcısı olan kadın bana ve asansörde kalan diğer adama dönerek “bir cevap vermeliydik” dedi. Sonra hepimiz kendi yolumuza gittik. Bu tür durumlarda sıkça yaşandığı gibi, insan her zaman istediği kadar hızlı cevap veremeyebiliyor. Bu olayda ise, kişinin yorumu yapmasıyla asansörden inmesi arasında bir dakikadan kısa bir süre vardı.

Geri dönüp baktığımda, Lebow’a asansörde tepki göstermemiş olduğumdan ötürü pişmanlık duymuyorum. Bunun tek nedeni, bu olaydan itibaren sergilediği tavrın da gösterdiği üzere, çok da hoş bir cevap vermeyecek olması değil. Yaptığı bu yoruma ilk tepkim sadece kişisel değildi. Alınmıştım çünkü benim için Lebow’un yorumu daha derin sistemsel sorunlara, beyaz ve eril seçkincilikte ısrarın hâlâ ISA’nın karakterini belirliyor oluşuna işaret ediyordu. Resmi bir şikâyette bulunmak yerine Lebow ile olay esnasında ya da sonrasında kişisel olarak görüşmem gerektiğini savunanlar bu olayın gerçekleştiği daha geniş bağlamı ve olayın uzun erimli sonuçlarını gözden kaçırıyorlar. Eğer böyle bir yorum benim ders verdiğim bir sınıftaki öğrencilerden biri tarafından yapılmış olsaydı, bunu kesinlikle bir “öğrenme anına” çevirirdim, neden başkalarının bundan rahatsız olabileceğini açıklardım. Ancak nüfuzlu bir akademisyeni ırkçı, cinsiyetçi ya da homofobik bir yorumdan veya uygunsuz bir davranıştan ötürü karşına almak, sadece bu davranışa maruz kalan kişinin yükümlülüğü olmamalıdır. Bu tür anlaşmazlıkların meslektaşlar arası dostane yollarla çözülmesini beklemek, özellikle de uluslararası ilişkiler alanı gibi hâlâ Küresel Kuzey[6] ülkelerinden beyaz erkeklerin egemen olduğu akademideki yapısal eşitsizlikleri ve güç dengelerini gözden kaçırmaktır. Lebow gibi bir erkeğe meydan okumanın kişinin kariyeri açısından ciddi sonuçları olabilir. Özellikle de meydan okuyan kişi bir kadınsa ya da daha az temsil edilen bir grubun mensubuysa. Bu sebeple kurumlar üyelerinin nezaket kuralları çerçevesinde hareket etmelerini güvence altına alacak politikalar geliştirmelidirler.

Şikâyet

Uzun zamandır üyesi olduğum ISA tarafından benimsenen ISA Davranış Kuralları’nda (2018) belirlenmiş olan süreci takip ederek resmi bir şikâyette bulundum. Şikâyetimde kamusal alanda, üstelik bir konferans ortamında yapılan ve cinsel ima barındıran bu yorumun şahsım ve asansörde bulunan diğer kadın tarafından hem profesyonellik ilkelerine aykırı hem de uygunsuz bulunduğunu ifade ettim. Şikâyetim Lebow’a iletildikten hemen sonra kendisi, küçümseyici ve bana tepeden bakan bir tonda yazılmış bir e-posta ile benimle iletişime geçti. Bu e-postasında dile getirdiği diğer şeylerin yanında şikâyetimin “mânâsız” olduğunu belirtip beni “marjinal ya da hayali değil, gerçek sorunlara” odaklanmam konusunda uyardı.[7] Ancak, kendisini oldukça şaşırtan bir gelişme oldu ve kendisiyle aynı mevkide bulunan kişilerden oluşan komite hem asansördeki yorumun hem de bu e-postanın ISA Davranış Kuralları’nın ihlali olduğu sonucuna vardı. Benden açık ve anlaşılır bir özür dilemesi ve bunu ISA’e de eşzamanlı olarak göndermesi için kendisine iki hafta süre verildi. Fakat Lebow bu karara uymak yerine konuyu medyanın gündemine taşıdı. Lebow’un sürecin gizliliğine saygı göstermemesi ve medyayı işin içine dahil etmesi mahremiyet içeren belgelerin açığa çıkmasına neden olarak bu vakanın ötesine geçen ciddi sonuçlar yarattı. Kendisini hem benim şikâyetimin hem de ISA’in mağduru olarak göstererek beni, ISA’i ve beni ve ISA’in kararını destekleyen herkesi (hatta olayın nesnel ve tarafsız bir analizini sunmaya çalışan kadın gazetecileri bile) hedef alan saldırgan bir karşı tepkinin fitilini ateşledi.

Olayın Medyadaki Yansımaları

Lebow’un medya stratejisi süreçte değişiklikler gösterdi. Muhabirlere verdiği demeçlerde kullandığı iddialar belirli tipte saldırıları tetikledi. İlk zamanlarda, benimle görüşme yapan gazetecilerin yönelttiği ve içinde belirgin imalar barındıran sorularda “siyaseten doğruculuk” ile suçlandım. Yaşım ve kültürel arka planım nedeniyle Lebow’un yaptığı “şakayı” anlamadığım ileri sürüldü. Siyaseten doğruculuk iddiasını şaşırtıcı bulmadım. Ne de olsa “siyaseten doğruculuk” terimi kamusal alandaki ırkçı, cinsiyetçi ve homofobik söylem ve hareketler üzerine düşünmeyenler ve bunları değiştirmeye direnç gösterenler tarafından genelgeçer bir bahane olarak yıllardır kullanılmakta. Lebow gibi adamlar, konumlarından aldıkları güç ve imtiyaz sayesinde kamusal alanda yaptıkları uygunsuz şakalar veya istenmeyen flörtleşme ve cinsel saldırı gibi olaylar söz konusu olduğunda dokunulmaz olagelmişlerdir. Bunun sonucunda, yaptıklarından ötürü hesap vermeleri istendiğinde, kendilerine verilen ceza özür dilemek kadar basit olmasına rağmen, kendilerini mağdur olarak gösterip kıyameti kopartmaktadırlar.

Maalesef ki hem The Washington Post hem de The Atlantic gazetelerinde yayımlanan makalelerde Lebow’un itibarına ve kariyerine yönelik ağır bir adaletsizlik yaratıldığı üzerine kurulu mağdur söylemi tasdiklendi (bkz. Friedersdorf, 2018; Marcus, 2018). Basında yer alan pek çok haber Lebow’un eylemleri sonucunda benim şahsıma ve kariyerime yönelik saldırıları görmezden geldi. Bu meselenin böylesine ilgi çeken uluslararası boyutta bir olaya nasıl dönüştüğünü anlamak çok mümkün değil: Benim şikâyette bulunmaya cüret etmem mi, yoksa ISA’in saygın bir akademisyeninin davranış kurallarını ihlal ettiği kararı vermesi mi? Büyük ihtimalle bu ikisinin bir karışımı. #MeToo ve #TimesUp hareketlerinin gerçekleştiği bir dönemde (her ne kadar akademik ortamlarda ilgi çekmesi gecikmiş de olsa) bu olay bir emsal teşkil etti. The Chronicle of Higher Education (bkz. Mangan, 2018) ve Inside Higher Ed (bkz. Flaherty, 2018) muhabirleri mevzuyu daha geniş bir bağlama (bir başka ifadeyle inatçı ataerki, gündelik cinsiyetçilik ve akademideki erkeklerin uzun yıllardır sergiledikleri uygunsuz davranışları içeren bir bağlama) oturtmaya çalışırken, basında yer alan yazıların çoğunda mesele Lebow’un “şakasının” “kültürel bağlamını” anlamaktan âciz feministlerin gösterdikleri aşırı tepkinin bir diğer örneği olarak ele alındı.

Lebow bana gönderdiği ilk e-postada asansördeki yorumunu şu şekilde açıklamıştı:

Benim sözlerimi bağlamından kopartarak yorumluyor olabilirsiniz. Benim gençliğimde, 1940’lı ve 1950’li yıllarda, asansörler otomatik değildi ve asansörlerde bir görevli bulunurdu. Büyük mağazalarda bu görevliler müşterilere hangi kata gitmek istediklerini sorarlardı, aynı zamanda hangi katta hangi mağazaların bulunduğunu da açıklarlardı. “Nalbur” ya da “bayan iç çamaşırı mağazası” demek, birisi sana hangi kata gitmek istediğini sorduğunda verilen sıradan bir espri haline gelmişti.[8]

Sosyal medyaya erişimi olan gazeteciler, uzmanlar ve öfkeli adamlar benim Lebow’un yorumunu anlayamadığım sonucuna vardılar. Onlara göre bunun nedeni, Amerikan ve İngiliz kültürlerindeki önemli kültürel göndermeleri bu ülkelerde büyümemem ve/veya asansör görevlilerini hatırlayamayacak kadar genç olmamdan ötürü anlama yetisinden yoksun olmamdı. Ancak erkek bir meslektaşımın da söylediği gibi Lebow’un açıklaması şu soruyu ortaya çıkartıyor: Neden “nalbur” demedi de “bayan iç çamaşırı katı” dedi?

Pek çok gazeteci, kültürel bağlamdan ve 1972-1985 yılları arasında çekilen Are you Being Served?[9] isimli İngiliz komedi dizisinden haberdar olduğumu belirten açıklamalarımı görmezden geldi. Yapılan yorumun kendisinden ve bu yorumu yapan kişiden bağımsız olarak, bu yorumun işyerinde ve profesyonel bir ortamda yapılmasının “bayan iç çamaşırı” ifadesini uygunsuz kıldığını defalarca belirtmiş olsam bile, rencide olmam insanları, özellikle de erkekleri, hem kişisel olarak hem de bir kültürün temsilcileri olarak, öfkelendirdi. Geniş bir kesimin övgüler düzdüğü, aslında homofobinin ve kadın düşmanlığının yükselişe geçtiği bu kültürel bağlamı ve bu bağlam içinde gerçekleşen “zararsız bir şakayı” eril bir küstahlık ve manipülasyonla açıklamak suretiyle kendilerinde bana karşı saldırıya geçme hakkı gördüler. Sonuç olarak, sadece bazı İngiliz ve Amerikalı gazeteciler tarafından mizah anlayışından yoksun, kindar bir feminist olarak damgalanmadım, aynı zamanda yaş ayrımcılığı yapmakla da suçlandım çünkü masum bir kültürel göndermede bulunan 76 yaşında masum bir adamı hedef almıştım (bkz. örneğin Rahman, 2018). Yabancı düşmanları, Yahudi karşıtları ve beyazların üstünlüğünü savunanlar harekete geçmekte gecikmediler. Aldığım çeşitli e-postalar ve sesli mesajlarda Amerika’yı terk etmemi ya da kansere yakalanıp ölmemi bu soruna bir çözüm olarak önerdiler. Bu tür yorumlar özellikle Fox News ve İngiliz gazetelerinin hikâyeyi vermesinden sonra arttı (örneğin, bkz. Parke, 2018).

Pek çoğunun değerlendirmekte yetersiz kaldığı mesele ise artık 2018 yılında kamusal alanda ırkçı, cinsiyetçi, homofobik, engelli düşmanı yorumların kabul edilemez oluşuydu. Sonrasında hatırladım ki, asansörde benimle birlikte bulunan, doktorasını yeni almış ve benden en az yirmi yaş küçük kadın o esnada yalnızca “cevap vermemiz lazımdı” dememişti: “Artık böyle bir dil kullanmak kabul edilmemeli” ifadesini kullanmıştı. Yaklaşık otuz yıldır ISA içerisindeki cinsiyetçi ve diğer her türlü ayrımcılığa ve dışlamaya karşı feministlerle birlikte mücadele etmiş birisi olarak, onun bu yorumu kulaklarımda yankılandı. Aslında, resmi bir şikâyette bulunma kararını Lebow’un beslendiğinden çok daha farklı bir kültürel bağlamda aldım: Hiç kimse, kültürel arka planı veya profesyonel başarıları ne olursa olsun, hesap verme sorumluluğundan azade olmamalıydı. Eskiden “masum bir şaka” olarak kabul edilen, artık günümüz profesyonel ortamında hoş görülmemeliydi. Bu, “siyaseten doğruculuk” ya da kültürel duyarlılık eksikliğinin bir sonucu değil, zamanın getirdiği değişimin bir sonucudur. Mevki sahibi beyaz erkekler, artık, akademik konferans ortamı gibi bir kamusal alanda âdeta bir barda, soyunma odasında, ya da sadece erkeklerin bulunduğu bir toplantı odasında konuştukları tarzda konuşup bunların yanlarına kâr kalmasını umamazlar. Profesyonel iş çevreleri artık eskisi gibi homojen ortamlar değil. Dolayısıyla, başkalarıyla birlikte çalışırken davranışlarımızı değiştirmemiz, konuşmadan önce iki kere düşünmemiz ve karşımızdakini kırdığımızda özür dilemeyi bilmemiz gerekmektedir. Davranış kullarının amacı kimsenin ifade özgürlüğünü sansürlemek ya da denetlemek değil, kurum ve kuruluşların kişiler arasındaki karşılıklı saygıyı koruyacak önlemler alarak değişen zamana uyum göstermesini sağlamaktır.

Anti-Feminist Karşı Tepkiler[10]

Şikâyetime ilişkin en sık aldığım tepki, küçük bir meseleyi gereksiz alınganlık yaparak fazlaca büyütmem oldu. Hatta, “bayan iç çamaşırı” hakkındaki “masum” bir yoruma bu kadar fazla dikkat çekerek, kadınların karşılaştığı “gerçek” sorunları küçümsemiş olduğum iddia edildi. Bu tavır güç kazanınca ve kendini feminist olarak gören kesimlerde de kabul görünce, bir meslektaşım bana Emma Pitman’ın yakın tarihte kaleme aldığı “Misogyny is a human pyramid” [Kadın düşmanlığı bir insan piramididir] başlıklı yazıyı iletti. Pitman’a göre:

Kadın düşmanlığını bir spektrum olarak görmeye direnmeliyiz. Bu, zararın tespiti için yanlış bir yöntemdir çünkü “sadece bir şakaydı, ona gerçekten dokunmadım bile” diyebilme rahatlığına alan açar. Kadın düşmanlığı bir uçta şakaların, diğer uçta tecavüzün yer aldığı bir skala değildir. Daha ziyade, bir insan piramidi gibi çalışır: Küçük eylemler en iyi ihtimalle bir kayıtsızlığın temelini oluşturarak, en kötü ihtimalle kadınların aşağılanmasından zevk alınan bir atmosfer yaratarak daha büyüklerinin gerçekleşmesine destek olurlar (A.g.e.).

Bu yaklaşım aktör ve aktivist Tracee Ellis Ross tarafından yakın zaman önce yapılan “A woman’s fury holds lifetimes of wisdom” [Bir kadının hiddeti nice hayatlar boyunca kazanılmış bilgeliği içerir] başlıklı TED konuşmasında da kendine yer bulmuştur. Ross bir arkadaşının başından geçen hikâyeyi anlatır. Bu kadın arkadaşı, postanede bir erkek tarafından iteklenmiştir. Her ne kadar bu deneyimi yaşayan kadın kendini oldukça kızgın hissetse de asansör vukuatını önemsizleştiren ve küçümseyen kişiler elbette bu postane olayının da zararsız olduğunu söyleyeceklerdir. Ross’un incelediği bu öfke, kuşaklar boyunca kadınlar tarafından hissedilmiş ve paylaşılmıştır. Onun vardığı sonuç da benimkine benzer niteliktedir. Şikâyette bulundum çünkü öfkeli hissediyordum, çünkü Ross’un da dediği gibi “zararsız olaylar gelecekte yaşanacak korkunç olaylara zemin hazırlar. Kadınlar, bu zararsız olay ve gelecekte yaşanacak korkunç olayın her ikisine de ve her iki olay arasında gerçekleşenlerin de etkilerine katlanmak zorundadırlar” (A.g.e.). #MeToo ve #TimesUp devrinde, bu tür saldırgan tavırlar, ne kadar küçük veya ne kadar büyük olduklarından bağımsız olarak, artık kesinlikle hoş görülmemelidir. Şikâyet dilekçesi sunmamın aşırı bir tepki olarak değerlendirilmesiyle birlikte aldığım saldırgan kamuoyu tepkisi, feminizm karşıtı mevcut tepkinin açık bir tezahürüdür.

Bu karşı tepki toplumsal ve siyasi hayatta yeni bir olgu değildir. Feministler bu karşı tepkinin farklı formlarıyla, karşı tepki kavramı popüler olmadığı zamanlardan beri uzun zamandır baş ediyorlar. Susan Faludi’nin çok satan kitabı Backlash: The Undeclared War Against American Women (1991) [Karşı Tepki: Amerikalı Kadınlara Karşı İlan Edilmemiş Savaş] 1980’li yılların Amerika’sındaki siyasi, ekonomik ve toplumsal sorunlardan feminizmin ve feministlerin sorumlu tutulması için yürütülen sistematik medya kampanyasını titizlikle belgelendiriyor. Faludi’ye göre, bir olgu olarak karşı tepki tarihsel bir akım. Genellikle de kadınların eşit haklar mücadelesinde ciddi kazanımlar elde ettikleri zamanlarda ortaya çıkıyor. Gerçekten de #MeToo ve #TimesUp döneminde dünyanın pek çok yerinde karşı tepki örnekleri su yüzüne çıkıyor ve çoğunlukla ana akım medyanın yardımını ve sosyal medyada faal erkeklerin desteğini arkasına alıyor. Twitter’dan Reddit’e[11] pek çok sosyal medya mecrasında beyaz erkekler feministleri toplumdaki sorunlardan ötürü suçluyorlar ve birlikte örgütlenmek için “incel”[12] gibi topluluklar kuruyorlar (bkz. Chokshi, 2018). Benim şahsıma karşı gelişen Twitter kampayası, Twitter’da 237 bin takipçisi olan feminizm düşmanı Christina Hoff Sommers’ın The Chronicle of Higher Education dergisinde yayımlanan makaleyi paylaşmasıyla birlikte oldukça büyüdü. Sommers makaleyi paylaşırken iletisine şu yorumu da eklemişti: “Lütfen şaka yapmayalım. Bizler josefin koltuk feministiyiz[13].”[14] Bu ileti 110 defa tekrar paylaşıldı ve hepsi feminizm karşıtı toplam 241 yorum aldı. Faludi’nin kitabında anlatılan 1980’lerdeki karşı tepkinin itici güçlerinden biri olan Sommers, #MeToo da dahil olmak üzere feminist hareketleri aşağılayan kampanyalarda günümüzde de öncü bir rol üstlenmeye devam ediyor. Onun iddiaları kariyerlerini feminizm düşmanlığı üzerine kurmuş olan Katie Roiphe[15] ve Laura Kipnis[16] gibi kadınlardan da destek görüyor. Geçtiğimiz yıllarda feministlere karşı tepkiler FIRE ve College Fix gibi yerleşik muhafazakâr kurumlar tarafında da desteklendi.[17] Bu bağlamda, beni hedef alan tepkileri açıklayan anonim bir Twitter iletisi şöyle diyor: “sinsi sinsi ispiyonculuk yaparsan taciz selini de hak edersin … ki bu mânâsız şikâyetlerin kural haline gelmesini durdurmak adına gösterilen toplumsal bir tepkidir. Âdeta tersine bir metoo[sic].”[18]

İnatçı Ataerki

Şunu kesinlikle söyleyebilirim ki “Kişisel Olan Politiktir” sloganına tutunmak medya, sosyal medya, e-posta ve sesli mesajlar üzerinden gelen saldırılarla baş edebilmeme çok yardım etti. Arkadaşlarım bu saldırgan e-postaları silmemi ve hatta üniversite e-posta adresimi değiştirmemi önerdiler. Bense tüm bu iletileri okumayı ve ileride incelemek üzere dosyalamayı tercih ettim. Fox News hikâyeye yer verdikten sonraki gün üniversite e-posta hesabıma yüzden fazla e-posta gelmişti. Aynı gün üniversitede okuyan kızım telefon etti. Duygusal olarak tükenmiş ve yorulmuştum. Gelen mesajların içeriğini ona açıkladım. Aldığım cevapların niceliğine ve içeriğine anlam verebilmek için “kesişimsel bağnazlık” terimini uygun gördük. Bana saldıranlar şu konuların hepsine değinmişler: kaba kadın düşmanlığı, ırkçılık, Yahudi düşmanlığı ve yabancı düşmanlığından engelli düşmanlığı, homofobi ve transfobiye kadar geniş bir yelpaze. Her ne kadar bazıları sahte e-posta hesapları kullanmış olsa da, mesajların önemli bir çoğunluğu kendisini erkek olarak tanımlayan kişilerden geliyordu. Belki de ataerki, diğer baskıcı sistemleri ayakta tutan güçlü bir tutkal görevi görüyordur.

Cynthia Enloe The Big Push: Exposing and Challenging the Persistence of Patriarchy (2017, s.15) [Büyük Çaba: İnatçı Ataerkiyi İfşa Etmek ve Ona Meydan Okumak] adlı kitabında ataerkinin “İkinci Dalga feministlerin pankartlarına resmini çizdikleri sıkılmış yumruk” olarak algılanmasını tekrardan düşünmemizi öneriyor. Enloe’ya göre:

Ataerki Brexit kadar, Donald Trump kadar ve milliyetçi siyasi partiler kadar günceldir. Twitter, yatırım fonları, silahlı insansız hava araçları kadar au courant, bunlar kadar dolaşımda ve tedavüldedir. Ataerki eski moda değildir, futbol milyonerleri, Silikon Vadisi’ndeki girişimciler gibi “hip”tir. Ataerkinin pek çok kişinin kullanmaktan imtina ettiği bir kelime haline gelmesi onun hayatta kalmasını sağlamaktadır. (A.g.e.)

Bu meseleyle ilgili bir yazışmamızda Cynthia Enloe şikâyetim sonrasında Lebow’un hareketlerini ve onun saflarına katılan erkekleri tanımlamak için “ataerkinin gladyatörleri”[19] terimini kullanmıştı. Saldırganlara eklenen az sayıda kadın ise şikâyette bulunduğum için beni “canavarı salıvermekle” veya “ayıyı dürtmekle” suçlamıştı. Bu suçlamalar bana Margaret Atwood’un The Handmaid’s Tale [Damızlık Kızın Öyküsü] (1985) kitabındaki bir sahneyi hatırlattı: Halka açık bir törende kızlar “kimin hatası” diye sorulduğunda “benim hatam” şeklinde cevap vermeye zorlanıyorlardı. Yakın zaman önce bir televizyon dizisine de uyarlanan bu distopya hikâyesindeki kadınlar, ataerkinin geri dönmesiyle birlikte, tecavüzden “cinsiyet ihanetçilerinin” idamına kadar pek çok toplumsal sorun ve politik şiddete maruz kalıyorlar. Eğer bugün birisi bana asansör vukuatı “kimin hatası” diye sorsa, vereceğim cevap bazılarını oldukça şaşırtacaktır. Bana göre suçlu Lebow değil, inatçı ataerkidir. Düşünce ve eylem birliği olan bir feminist olmanın gereklerini yerine getirebilmek için, asansör vakasını ve sonrasındaki olayları iki kişi arasındaki bir mesele olarak görme tuzağına düşmemek gerekir.

Bana yönelik saldırıların en şiddetli olduğu dönemde, fakülteden meslektaşım ve yakın bir arkadaşım bana, biraz da tereddüt ederek, bütün bu kişisel ve profesyonel düşmanlıkla karşı karşıya kaldıktan sonra şikâyette bulunmaktan dolayı pişmanlık duyup duymadığımı sordu. Cevabım o zaman da şimdi de aynı: Olay bugün gerçekleşse, yine aynı şeyi yapardım. Çünkü sessiz kalmadığım için misillemeyle veya tepkiyle ilk defa karşılaşmıyorum. Bu mücadeleleri daha önce de verdim. Akademik yuvam Merrimack College’dan aldığım destek bu süreçle baş edebilmem için bana güç verdi. Rektör, personel şefi, müdür, idareciler ve meslektaşlar hem tavsiyeleri hem dayanışma mesajları hem de destekleriyle yanımda oldular. Kurumumun tavrı sayesinde bu olayın hem kariyerime hem de itibarıma uzun vadede yol açtığı zararı hafifletebileceğimi düşünüyorum.

Maalesef ki, benim kurumumun sunduğu bu destek yüksek öğretimde son derece nadir görülür. Kurumlar genellikle saldırı altındaki akademisyenin kendisini bir sorun olarak görürler. Benimkinden daha güvencesiz bir konumda, kurumunun desteğinden yoksun ve kadrosuz bir öğretim görevlisinin böyle bir tepkiyle karşılaşması, onun kariyeri için çok belirleyici olabilir. Bir iç meseleyi uluslararası bir olaya dönüştüren Lebow’un kendisiyken benim onun kariyerini mahvetmekle suçlanmam son derece dikkat çekicidir. Buradaki mesaj son derece açıktır: Sessiz kalmamak, sesini yükseltmek genellikle risklidir. Şikâyette bulunan kişinin kimliğini ve kişilik haklarını koruyacak kurumsal politikalar üretilinceye kadar, tacizi veya uygunsuz davranışları bildirmek güvenli değildir. Bana ve beni destekleyen kişilere yönelik cinsiyetçi, ırkçı, homofobik ve transfobik çirkin saldırılar gösterdi ki davranış kurallarıyla ilgili politikalar sistemik baskı ve eşitsizlikle mücadele etmek için yetersiz. Bizlerin bir toplumsal hareket olarak bu “kesişimsel bağnazlıkları” ve bunları ayakta tutan sistemi korumak amacıyla ortaya çıkan karşı saldırılara meydan okumaya hazırlıklı olmamız gerekmektedir. Belki de kendine ataerkinin koruyucu gladyatörleri vazifesi çıkartanlara karşı, bunlardan gelecek saldırıları şiddet içermeden geri püskürtme kabiliyetine sahip feminist cengâverlere ihtiyacımız vardır. Her şeyden de öte, kameraların ışığından ve büyük yürüyüşlerden uzakta, birbirimize arka çıkmaya, gündelik cinsiyetçilik ve diğer ayrımcılık ve baskı türlerine karşı koyma gayretlerimizi sürdürülebilir kılacak dayanışma yapıları inşa etmeye ihtiyacımız var.

Son Not

2018 yılının Mayıs ayı sonlarında uluslararası basın, ilgisini İngiltere kraliyet düğününe çevirdiğinde, bana yönelik düşmanca e-posta ve sosyal medya kampanyası yavaş yavaş sönümlendi. Aynı tarihlerde, benim bütün bu olay ve sürece dair kaleme aldığım yazı Feminist Review dergisinde yayımlandı. Bu yazıya oldukça olumlu tepkiler aldım. Özellikle erkeklerden gelen bazı geribildirimler dikkate değer nitelikteydi. Bazıları yazımı okuduktan sonra başlangıçtaki yaklaşımlarının nasıl değiştiğini anlatmışlardı.

Londra’daki bir kurumdan bir yüksek lisans öğrencisi şunları söylemişti:

Makaleniz önceden bilmediğim ve gözümden kaçan iki önemli meseleyi ortaya çıkardı ve vurguladı: Bunlardan ilki kadın düşmanlığının bir insan piramidi olarak ele alınması, diğeri ise beyaz erkek akademisyenlerin hesap verme korkusu olmadan veya başkaları üzerinde uyguladıkları şiddet hakkında düşünmeden bu şekilde davranabilmelerine imkân sağlayan sistemik eşitsizlikler. Kendi sorumluluğumu elbette azımsamak istemiyorum. Ancak bu meseleyi bu şekilde ele alan İngiliz basınının sorumluluğu çok büyük. Bu şikâyeti kayıt altına aldırmak için gösterdiğiniz cesaretin ve bunun sonuçlarını bu kadar şeffaf ve anlaşılır bir üslupla tartışabilmenizin alkışlanması gerekiyor.

Kuzey Afrika’daki bir üniversitede ders veren bir başka erkek ise uzun ve düşünceli bir e-posta yazmıştı:

Feminist Review dergisinde kaleme aldığınız yazıda meseleye dair kendi konumunuzu ve bakışınızı ifade etme şekliniz ataerkinin uzun vadede nasıl desteklendiğine ve sürdürüldüğüne dair gözlerimi açtı. Sanırım halihazırda bilmem gereken bir mevzu hakkında beni ikna ettiniz. Mikro düzeydeki saldırılar, masumane de olsa, daha büyük bir ataerki yapısını mümkün kılıyor. Aslında belirtmemiz lazım ki, kültürel değişimin oluşabilmesi için ISA gibi kurumsal yapılar veya kişiler bu tür davranışları artık mazur görmemelidirler. Bu metni kaleme aldığınız için teşekkür ederim.

ISA Lebow’un itirazını ve özür dilemeyi reddedişini henüz karara bağlamamışken ISA’in Feminist Theory and Gender Studies [Feminist Kuram ve Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları] (FTGS) birimi beni ve bir başka meslektaşımı Öne Çıkan Akademisyen Ödülü’ne layık gördü. Her ne kadar adaylığım bana karşı yürütülen iftira kampanyasından önce gerçekleşmiş olsa da, #MeToo hareketine yönelik karşı tepkinin yükseldiği bu dönemde ödülün bana verilmesi zamanlama açısından son derece manidar oldu. Ancak, ISA’in altı ayı aşkın süredir devam eden sessizliği beni oldukça yıprattı. Özellikle de meslektaşlarımın vakanın nasıl nihayete erdiğini sorduğu şu günlerde. ISA’in bir üye olarak bana açık bir destek sunmaması, kendi davranış kuralları politikasını da zayıflattı. Bu durumun feminist üyelerde ve diğer az temsil edilen gruplara mensup üyelerde de benzer bir etki yaratması muhtemeldir.

Geçtiğimiz ay, feministlere ve #MeToo hareketine yönelik saldırılar artış gösterdi. Hareketle dalga geçen, üstelik Senatör Elizabeth Warren’a yönelik tecavüz göndermeli şaka yapan ABD başkanı Trump’tan[20] (Codinha, 2018) kendi uygunsuz hareketlerini açığa çıkartan öğrencisine ve meslektaşına karşı dava açan McGill Üniversitesi hocasına kadar (Hendry, 2018) pek çok erkek kendi profesyonellik dışı davranışlarının sorumluğunu almamakta direniyor. Hatta, hesap vermelerini isteyen kişilere karşı harekete geçiyor, kendi itibarlarını ve kariyerlerini lekeledikleri için kadınları suçluyorlar. Medya şirketlerinin ve sosyal medyadaki düşmanca kampanyaların desteklediği bu saldırılar sessiz kalmayarak sesini yükselten kadınları itibarsızlaştırmak, cezalandırmak, korkutmak ve susturmak için tasarlanmıştır. Mağduru suçlama, kişinin kendisinden şüphe etmesine neden olma, yalancılıkla suçlama ve karşı dava açmakla tehdit etme kadınları birey olarak hedef alırken #MeToo hareketine yapılan gönderme sadece feministlere değil bütün kadınlara yönelik bir saldırıdır.

Bu tepkiyi açığa çıkararak ve saldırıya uğrayan kişilerle dayanışarak yaratıcı mücadele stratejileri geliştirmeliyiz. #MeToo etiketi gündelik cinsiyet temelli şiddet deneyimlerimizin istisna olmadığını, daha ziyade kökü derinlerdeki kadın düşmanlığının alameti olduğunu fark edenlerin oluşturduğu küresel bir hareketin fitilini ateşledi. Hollywood’dan siyasi arenaya, farklı alanlardan kadınlar sahip oldukları gücü kötüye kullanarak cinsel istismarda bulunan adamları ifşa eden kampanyalar düzenlediler. Bütün bunlar kişisel olanın politik hale gelişinin etkileyici örneklerindendi. Sonuçta, ifşa edilen ve mahcup edilen adamlar ve onların istismarlarının üstünü örten kurumlar da karşı saldırıya geçtiler: mevcut anti-feminist karşı tepki.

Bu hain saldırılara karşı yakalamış olduğumuz ivmeyi kaybetmemeliyiz. Kadın düşmanlığını ve denetimsiz eril imtiyazları muhafaza etmeyi savunanlar tarafından susturulma ve sindirilme vakti çoktan geçmiştir. Hem bireysel olarak hem de hep beraber sesimizi yükselterek ve mücadele ederek #MeToo hareketini kazanımları bir anda silinebilecek anlık bir hareket olmanın ötesine taşımalı, bunun güçlü ve çoğulcu bir harekete dönüşmesini desteklemeliyiz. Toplantı odalarından müzik endüstrisine, dersliklerden asansörlere, kadın düşmanlığı nerede kendini gösterirse göstersin meydan okumalıyız. Bizi çok ileri gitmekle suçlayanlara şunu demeliyiz: Saygı, eşitlik ve adalet için nereye kadar gitmek gerekirse o kadar ileri gideriz!

KAYNAKÇA

Are you Being Served?, 1972–1985. TV, BBC1.

Atwood, Margaret. The Handmaid’s Tale. Toronto: McClelland & Stewart, 1985. Türkçesi: Damızlık Kızın Öyküsü. Çev., Sevinç Altınçekiç, Özcan Kabakçıoğlu. İstanbul: Doğan Kitap.

Chokshi, Niraj. “What is an incel? A term used by the Toronto van attack suspect, explained.” The New York Times, 24 Nisan 2018. Son erişim tarihi: 13 Haziran 2018.

https://www.nytimes.com/2018/04/24/world/canada/incel-reddit-meaning-rebellion.html.

Codinha, Alessandra. “In Montana, Donald Trump mocks the #MeToo movement.” Vogue, 6 Haziran 2018. Son erişim tarihi: 30 Temmuz 2018.

https://www.vogue.com/article/donald-trump-mocks-me-too-movement-elizabeth-warren.

Enloe, Cynthia. The Big Push: Exposing and Challenging the Persistence of Patriarchy. Oakland: University of California Press, 2017.

Faludi, Susan. Backlash: The Undeclared War Against American Women. New York: Crown Publishing Group, 1991.

Flaherty, Colleen. “Bad humor”. Inside Higher Ed, 7 Mayıs 2018. Son erişim tarihi: 13 Haziran 2018.

https://www.insidehighered.com/news/2018/05/07/whenone-scholar%E2%80%99s-lame-joke-another%E2%80%99s-offensive-comment.

Friedersdorf, Conor. “Is ‘ladies lingerie’ a harmless joke or harassment?” The Atlantic, 9 Mayıs 2018. Son erişim tarihi: 13 Haziran 2018.

https://www.theatlantic.com/politics/archive/2018/05/is-this-old-lingerie-joke-harmless-or-harassment/559760/.

Hendry, Leah. “McGill University professor sues student and colleague for $600K.” CBC Radio-Canada, 5 Temmuz 2018. Son erişim tarihi: 30 Haziran 2018.

https://www.cbc.ca/news/canada/montreal/mcgill-university-professor-lawsuit-student-colleague-1.4733954

International Studies Association (ISA). “ISA Code of Conduct.” Son erişim tarihi: 13 Haziran 2018. https://www.isanet.org/Portals/0/Documents/ISA/ISA%20Code%20of%20Conduct%200418.pdf

Mangan, Katherine. “He makes a joke. She isn’t laughing: ‘lingerie’ comment in elevator leads to uproar among scholars.” The Chronicle of Higher Education, 6 Mayıs 2018. Son erişim tarihi: 13 Haziran 2018

https://www.chronicle.com/article/He-Makes-a-Joke-She-Isn-t/243350.

Marcus, Ruth. “She called his elevator joke offensive. He called her complaint ‘frivolous.’ Who’s right?” The Washington Post, 3 Mayıs 2018. Son erişim tarihi: 13 Haziran 2018.

https://www.washingtonpost.com/opinions/she-called-his-elevator-joke-offensive-he-called-hercomplaint-frivolous-whos-right/2018/05/03/43ba4084-4ee1-11e8-af46b1d6dc0d9bfe_story.html?noredirect=on&utm_term=.692e308216d1.

Parke, Caleb. “Male professor faces sanction for elevator joke, calls it ‘chilling example of political correctness’.” Fox News, 8 Mayıs 2018. Son erişim tarihi: 13 Haziran 2018.  http://www.foxnews.com/us/2018/05/08/male-professor-faces-disciplinary-charges-for-joke-incrowded-elevator-calls-it-chilling-example-political-correctness.html.

Pitman, Emma. “Misogyny is a human pyramid.” Meanjin Quarterly, 15 Ocak 2018. Son erişim tarihi 13 Haziran 2018.

https://meanjin.com.au/blog/misogyny-is-a-human-pyramid/.

Rahman, Khaleda. “Going down badly: academic’s 53-year career is in jeopardy after making a ‘lame’ lingerie joke in a lift he was sharing with professor of women’s and gender studies.” Mail Online, 11 Mayıs 2018. Son erişim tarihi 13 Haziran 2018.

http://www.dailymail.co.uk/news/article-5716187/Academics-53-year-career-jeopardy-making-lame-lingerie-joke-lift.html.

Ross, Tracee Ellis. “A woman’s fury holds lifetimes of wisdom.” Nisan 2018 tarihinde TED konferansında kayda alınmış video. Son erişim tarihi 13 Haziran 2018.


[1] Bu makale, Simona Sheroni’nin Feminist Review internet sitesinde 31 Mayıs 2018 tarihinde yayımlanan aynı başlıklı yazısının genişletilmiş halidir. Yazının ilk hali için bkz. http://femrev.worpress.com/2018/05/31/speaking-up-in-the-age-of-metoo-and-persistent-patriarchy-or-what-can-we-learn-froman-elevator-incident-about-anti-feminist-backlash/ (Son erişim tarihi: 14 Ağustos 2018). Makalenin bu genişletilmiş hali Feminist Review dergisinde yayımlanmıştır: “Speaking up in the age of #MeToo and persistent patriarchy or what can we learn from an elevator incident about anti-feminist backlash,” Feminist Review 120 (2018): 143-151.

Makale yazarın ve Feminist Review dergisinin izniyle Türkçeye çevrilmiştir.

[2] Simona Sharoni feminist akademisyen, araştırmacı ve düşünürdür. Şu anda Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Araştırmaları Bölümü’nde profesör ve Merrimack College Interdisciplinary Institute’de direktördür. Sharoni Gender and the Israeli-Palestinian Conflict: The Politics of Women’s Resistance (Syracuse: Syracuse University Press, 1995) kitabının yazarı ve Handbook of Gender and War (Cheltenham and Northampton: Edward Elgar Publishers, 2016) kitabının editörlerindendir. Yakın zamanda Gender and the Struggles for Justice in Palestine and Israel (Syracuse University Press) ve De-Militarizing Masculinities in the Age of Empire (Rowan & Littlefield) başlıklı iki kitabı yayımlanacaktır. Ayrıca, yazarın altmışın üzerinde yayımlanmış akademik makalesi bulunmaktadır. Simona Sharoni ile ilgili daha ayrıntılı bilgili için yazarın kendi internet sitesini ziyaret edebilirsiniz: http://simonasharoni.com.

[3] Tam kelime karşılığı “ben de” olan #MeToo hareketi, 2017 yılında sosyal medya üzerinden kadınların #MeToo etiketiyle, yaşadıkları cinsel taciz ve cinsel saldırı deneyimlerini paylaştıkları ve sonrasında başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere dünyadaki pek çok ülkede bu etiketle veya başka dillerde etiketlerle yayılan, sosyal medya ağırlıkta olmakla birlikte sokak aktivizmini de kapsayan harekete verilen genel isim. Ç.N.

[4] Türkçeye “süre doldu” şeklinde çevrilebilecek olan #TimesUp, #MeToo hareketinin yarattığı ivmeyle başlangıçta Hollywood eğlence sektöründeki kadınlarla başlayıp sonrasında farklı sektörlerden kadınların da eklendiği ve işyerindeki cinsel taciz, istismar ve cinsiyet ayrımcılığına karşı mücadele için oluşturulan bir kadın kurumudur. İşyerinde yaşanan cinsel istismar ve ayrımcılıkla mücadele için hukuki destek fonu oluşturan kurum ile ilgili daha fazla bilgi için kurumun internet sitesini de ziyaret edebilirsiniz: https://www.timesupnow.com/. Ç.N.

[5] International Studies Association (ISA), 1959’da kurulmuş ve bugün yedi binden fazla üyesi bulunan uluslararası bir dernektir. ISA üyeleri farklı ülkelerden akademisyenler, araştırmacılar, özel sektör çalışanları gibi farklı sektörlerden uzmanlardan oluşmakta olup uluslararası ve küresel meselelerin ele alındığı çeşitli konferanslar düzenleyen ve yayınlar çıkartan bir kurumdur. Daha ayrıntılı bilgi için kurumun resmi internet sitesini ziyaret edebilirsiniz: https://www.isanet.org/. Ç.N.

[6] Küresel Kuzey (Global North) Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Avrupa ülkeleri ile Avusturalya, Yeni Zelanda, Japonya ve Güney Kore gibi sosyoekonomik olarak gelişmiş olduğu kabul edilen ülkelerin genelini ifade etmek için kullanılan bir terimdir. Ç.N.

[7] Richard Ned Lebow’dan gelen talep edilmemiş e-postalar, 2018.

[8] Richard Ned Lebow, e-posta, 2018.

[9] Are You Being Served?, 1972-1985 yılları arasında BBC kanalında yayımlanmış, durum komedisi üzerine kurulu bir televizyon dizisidir. Dizi, kadın ve erkek kıyafetleri satan hayali bir mağazada geçer ve özellikle yanlış anlaşılmalar, sakarlıklar ve benzeri durumlar sonucunda oluşan genellikle cinsellik içeriği yoğun espriler üzerine kuruludur. Ç.N.

[10] Yazarın İngilizce “backlash” olarak kullandığı terim toplumsal veya siyasi bir meseleye dair toplumun bir kesiminde oluşan güçlü ve olumsuz tepki anlamına gelmekte olup Türkçeye karşı tepki, ters tepki veya toplumsal tepki olarak tercüme edilebilir. Ç.N.

[11] Reddit, başta Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Kanada olmak üzere dünya çapında 300 milyonu aşkın kullanıcısı olan ve kullanıcıların kendi başlıklarını oluşturarak içerikler üretebildikleri, farklı konularda bilgi paylaşımı ve tartışmalar yapabildikleri bir internet sitesidir: www.reddit.com. Ç.N.

[12] “Incel”, “zoraki bekâr” olarak Türkçeye tercüme edilebilecek, İngilizce “involuntary celibates” tabirinin kısaltmasıdır. Büyük oranda beyaz heteroseksüel erkeklerden oluşan ve sosyal medya üzerinden örgütlenen bu altkültür, aslında bir sevgilisi olmasını isteyen veya cinsel ilişki yaşamak isteyen ama çeşitli nedenlerle yaşamayan insanların bir araya gelmesinden oluşuyor. Yazarın da referans olarak gösterdiği pek çok yazara göre, kadın düşmanı, beyazların üstünlüğüne inanan ve şiddete meyilli bir altkültür olarak değerlendirilmektedir. Ç.N.

[13] Yazarın alıntıladığı paylaşımı yapan kişi İngilizce “fainting-couch feminist” ifadesini kullanmıştır. “Fainting-couch” Türkçe “josefin koltuk” olarak da tabir edilen tek kollu uzanma koltuğudur. Tam kelime karşılığı “bayılma koltuğu” olan bu tip koltuk özellikle 19. yüzyılda üst sınıf kadınlar arasında tercih edilmiştir. Viktoryen dönemde kadınların histeri nöbetlerinde rahat bir şekilde tedavi görmeleri için bu koltuklarla döşenen odalar hazırlanmış ve bunlara da “bayılma odası” adı verilmiştir. Dolayısıyla, bu koltuğa atıfta bulunarak, “histerik” üst sınıf kadın klişesine gönderme yaparak feministleri aşağılamanın hedeflendiği söylenebilir. Ç.N.

[14] Christina Sommers, Twitter iletisi, https://twitter.com/chsommers/status/993436175691108352?lang=en [Son erişim tarihi: 13 Haziran 2018].

[15] ABD’li kadın yazar ve gazeteci. Ç.N.

[16] ABD’li kadın yazar. Ç.N.

[17] Bkz. FIRE: Foundation for Individual Rights in Education [Eğitimde Kişilik Hakları Vakfı] http://www.thefire.org/ [Son Erişim Tarihi: 13 Haziran 2018]; The College Fix, https://www.the collegefix.com/. [Son Erişim Tarihi 13 Haziran 2018].

[18] Zirc238, Twitter iletisi, https://twitter.com/Zirc238x/status/999485433871351809. [Son erişim Tarihi: 13 Haziran 2018].

[19] Cynthia Enloe ile kişisel e-posta iletişimi, 2018.

[20] 2018 yılının Haziran ayında, Senatör Elizabeth Warren ile ABD Başkanı Donald Trump arasında, Warren’ın Amerikan yerlisi olup olmadığına dair bir tartışma yaşandı. Konuyla ilgili olarak Trump Warren’ın Amerikan yerlisi olmadığını düşündüğünü, bunun tersini kanıtlaması için bir DNA testi yaptırarak sunması gerektiğini söyledi. Ancak bu DNA testine dair kullandığı ifade “bu testin son derece nazik ve hassas bir şekilde yapılması lazım, ne de olsa #MeToo devrindeyiz” şeklinde özetlenebilir. Bu ifadesinde tecavüz sonrası yapılan testlere göndermede bulunan Trump, pek çok kesim tarafından tecavüz mağdurlarını aşağılayan bir üslup kullanmakla suçlandı. Ç.N.

Leave a Reply